Sanat Eğitimi Gerekli midir?
- volkanhocam
- 11 Eyl
- 3 dakikada okunur
🎓 SANAT EĞİTİMİ GEREKLİ MİDİR?
Özgünlük Paradoksu ve Sanat Akademilerinin Rolü
Sanat eğitimi ve dolayısıyla sanat eğitim kurumları, sanatın gelecek kuşaklara aktarımı konusunda yadsınamaz bir önemde olmalarına rağmen; bu kurumların aynı zamanda, sanatın "özgün olma" kriterleri için tehdit oluşturduğu ve hatta bunu tümden ortadan kaldırdığı yönünde görüşler de vardır.
Sanat Akademileri'nin tamamında geçerli olan eğitim, geçmiş dönem sanat ve sanatçılarına ait bilginin öğrenciye aktarılması ve sanatçı adaylarının, bu birikim ışığında, güncel sanata dair çıkarımlarının değerlendirilmesi şeklinde olan yöntemdir.
Sanatçı olmanın öğretilebilir bir şey olmadığını iddia edenler, yalnızca sanat akademileri dışındakiler olmayıp; bu konu söz konusu eğitim kurumlarında da tartışılan konulardandır.
Başkalarının bilgi, üslup ve deneyimleri konusunda eğitim almış olarak sanat yapmaya soyunan kişilerin, kendilerini bu etkiden tamamen soyutlayarak, bütünüyle özgün bir şey ortaya koymaları mümkün değildir şeklindeki iddia, kolayca reddedilebilecek bir olgu değildir.
Söz konusu eğitim kurumları plastik sanatlar, müzik ya da edebiyat dallarında olsun; bir çok zaman bu tür eleştirilere maruz kalmışlardır.
Örneğin Tolstoy'un 19. yüzyılda "Bu okulların öğretebilecekleri tek şey, başka sanatçıların yaşadıkları duyguları nasıl, hangi yolla aktarabildikleridir. Böyle bir eğitim, gerçek sanatın yayılmasına yardım etmediği gibi, sanatın taklitlerini arttırarak, insanları gerçek sanatı anlama gücünden yoksun bırakmaktan başka bir işe yaramaz" şeklinde yaptığı eleştiri oldukça serttir.
Tolstoy ayrıca şöyle der: "İnsanları sanata benzeyen şeylere alıştırmak, onları gerçek sanatı anlamaktan uzaklaştırmaktadır. Hiç kimse bu meslek okullarından geçen ve buralarda en büyük başarıyı kazanan insanlardan daha çok sanata kayıtsız değildir."
Bu eleştiriler oldukça sert gelebilir ama kabul etmek gerekir ki bir parça haklılık payı da olan söylemlerdir.
Tolstoy, bunlarla da yetinmemiş, bu sözleri söylediği zamanla kıyasladığımızda günümüze çok daha uygun düşen bir saptama da ortaya koymuştur: "Çağımızın ve çevremizin sanatı bir fahişe olmuştur ve bu karşılaştırma, en küçük ayrıntısına kadar doğruluk taşır. O fahişe gibi, bu sanat belirli zamanlarla sınırlı değildir. Onun gibi her zaman süslüdür, onun gibi her zaman satılabilirdir ve onun gibi baştan çıkarıcı ve mahvedicidir."
Bazı açılardan Tolstoy'a hak veriyor olsak da kendisinin taklit sanatı öğretiyorlar diye yok saymaya çalıştığı sanat akademilerinin aslında, eğitim yoluyla sanatçı adaylarını taklit sanattan korudukları gerçeğini göz ardı etmiş oluruz.
Şurası çok açık ki; geçmiş sanatın ne olduğu konusunda fikri olmayan bireyler, ürettikleri her çalışmayı, sanat eseri zannetmek gibi bir yanılgı içinde olabilirler.
Sanat eğitimi kurumlarının bir işe yaramadıkları yani öğrencilere, yapmaları gereken şeyleri tam olarak öğretemediklerini varsaysak bile; en azından bu kurumların öğrencileri nelerden uzak durmaları gerektiği konusunda bir işlevi yerine getirdiklerini de kabul etmeliyiz.
Tamamen özgün eserler yaratabilmeye odaklanmak, her anlamda kulağa hoş gelen ve idealist düşünceyle de tam uyumlu bir görüntü veriyor olsa da aynı zamanda, 'Sanatçı, taklitçi değil, özgün olmalıdır' ifadesi aslında tam bir paradoksa sebep olur.
Özgünlük, hemen her zaman, "yeni, öncü, taklit olmayan, biricik, orijinal" ve benzeri sözcüklerle ifade edilmiştir.
Demokles'in Kılıcı gibi, sanatçının ensesinde hissettiği bu dayatmacı maddeler anlam olarak sanat idealizmine uygun düşüyor olabilir ancak sanatçının özgünlüğü hedefleyen sanatçı, dar bir alanda sıkışmışlık hissi içinde bulabilir ki; bu en basitinden o kişiyi inancını ve üretme hevesini kaybetme durumuyla karşı karşıya getirebilir.
Peki bir eserin özgün olup olmadığını saptamak kolay mı? Aslında hiç değil çünkü belirleyici binlerce faktör olduğu, bunların da farklı koşullara bağlı olarak değişkenlik gösterdiği bu koşullarda, bu kriterleri sağlıklı bir şekilde saptamak neredeyse olanaksızdır.
Sanat eğitimi kurumları, bir yandan geleneksel teknikleri ve sanat tarihini öğretirken, diğer yandan öğrencilerin kendi seslerini bulmalarına yardımcı olmaya çalışır. Bu ikili görev, eğitim sürecinin en büyük çelişkisini oluşturur.
Öğrenciler, ustalarından öğrendikleri teknikleri kullanarak eserler üretirken, aynı zamanda bu etkilerden sıyrılıp özgün bir dil geliştirmeye çalışırlar. Bu süreç, sanatçının kimlik arayışının temelini oluşturur.
Sanat tarihi boyunca, en büyük sanatçıların çoğu formal bir eğitim almış, ancak sonrasında kendi özgün tarzlarını geliştirmişlerdir. Bu durum, sanat eğitiminin tamamen gereksiz olmadığını, ancak tek başına yeterli de olmadığını gösterir.
Günümüzde sanat eğitimi kurumları, geleneksel öğretim yöntemlerini sorgulamaya ve daha esnek, yaratıcılığı destekleyen yaklaşımlar geliştirmeye yönelmiştir. Bu değişim, Tolstoy'un eleştirilerinin kısmen haklı olduğunu kabul etmekle birlikte, eğitimin tamamen reddedilmesinin de doğru olmadığını gösterir.
Sonuç olarak, sanat eğitimi gerekli midir sorusunun cevabı, eğitimin nasıl verildiği ve öğrencinin bu eğitimi nasıl kullandığı ile yakından ilgilidir. Eğitim, sanatçının yaratıcılığını köreltmemeli, aksine onu desteklemeli ve yönlendirmelidir.

Yorumlar