top of page
Ders Kitabını Kitaplıkta Aç

Okuma Hızınızı Ölçün

Aşağıda okuma hızı modülü vardır.

Nasıl kullanacaksınız?

- Kendi dosyanızı seçebilirsiniz

- İnternetteki web sayfasından kopyaladığınız herhangi bir metni yapıştırabilirsiniz

- En altta hikayeler var oradan da kopyalayabilirsiniz...

Metni yapıştırdıktan sonra BAŞLAT düğmesine basınız...

Metni bitirince BİTİR düğmesine basınız

 Yapıcı Eleştiriler 

Hindistan da çok ünlü bir ressam varmış… Herkes bu ressamın yaptıklarını kusursuz kabul edecek kadar beğenirmiş… Ve onu “Renklerin Ustası” anlamına gelen Ranga Çeleri olarak tanısa da kısaca Ranga Guru derlermiş…

Onun yetiştirdiği bir ressam olan Raciçi ise artık eğitimini tamamlamış ve son resmini yaparak Ranga Guru’ya götürmüş ve ondan resmini değerlendirmesini istemiş…

           Ranga Guru ise;

 

          - Sen artık ressam sayılırsın Racaçi. Artık senin resmini halk değerlendirecek, diyerek resmi şehrin en kalabalık meydanına götürmesini ve en görünen yerine koymasını istemiş. Yanına da kırmızı bir kalem koyarak halktan beğenmedikleri yerlere çarpı koymalarını rica eden bir yazı bırakmasını istemiş. Raciçi denileni yapmış Ve birkaç gün sonra resme bakmaya gittiğinde görmüş ki, tüm resim çarpılar içinde ve neredeyse görünmüyor. Çok üzülmüş tabii.Emeğini ve yüreğini koyarak yaptığı tablo kırmızıdan bir duvar sanki.. Alıp resmi götürmüş Ranga Guru’ya ve ne kadar üzgün olduğunu belirtmiş. Ranga Guru üzülmemesini ve yeniden resme devam etmesini önermiş. Raciçi yeniden yapmış resmi ve gene Ranga Guru’ya götürmüş. Tekrar şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş Ranga Guru.

 

           Ama bu defa yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde yağlı boya, birkaç fırça ile birlikte… Ve yanına insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini

 

rica eden bir yazı ile birlikte bırakmasını istemiş.

           Raciçi denileni yapmış… Birkaç gün sonra gittiği meydanda görmüş ki resmine hiç dokunulmamış, fırçalar da, boyalar da kullanılmamış.

           Çok sevinmiş ve koşarak Ranga Guru’ya gitmiş ve resme dokunulmadığını anlatmış.

           Ranga Guru ise;

           Sevgili Raciçi, sen birinci konumda insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün.

         Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. Oysa ikinci konumda onlardan hatalarını düzeltmelerini istedin, yapıcı olmalarını istedin.

         Yapıcı olmak eğitim gerektirir. 

         Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye kalkmadı, cesaret edemedi.

         Sevgili Raciçi Mesleğinde usta olman yetmez, bilge de olmalısın.

         Emeğinin karşılığını, ne yaptığından haberi olmayan insanlardan alamazsın.

         Onlara göre senin emeğinin hiç bir değeri yoktur.

         Sakın emeğini bilmeyenlere sunma ve asla bilmeyenle tartışma, demiş.

 Tebessüm 

 

Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Hüzünlü adam bu saf ve içten gülümseyiş karşısında kafasındaki problemleri bir anlığına unutup küçük kıza gülümseyişle karşılık verdi. Birden, yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Eski arkadaşına hemen bir not yazıp yolladı.

 

Aldığı teşekkür mektubu eski dost'u öylesine keyiflendirdi ki, öğle yemeklerini yediği lokantada çalışan garson kıza çok yüklü bir bahşiş bıraktı.

 

Garson kız hayatında ilk kez bu kadar çok bahşiş alıyordu. Akşam eve dönerken, her zaman köşe başında oturan yoksul adamın şapkasına bir teklik bıraktı.

 

Yoksul adam iki gündür doğru dürüst bir şey yememişti. Yüreği minnetle doldu. Karnı, belki de aylardır ilk kez böylesine doymuştu. Bodrum katındaki küçük odasına giderken keyfinden ıslık çalıyordu.

 

Islığı işiten bir köpek yavrusu soğuktan donmuş bir halde yanına geldiğinde onu da kucağına alarak bodrum kattaki odasına götürdü.

 

Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu.

 

Gece yarısını birkaç saat geçmişken küçük köpek acı acı havlayarak uyandırdı yoksul adamı. Bir duman kokusu vardı odada. Adamla birlikte odadan dışarı çıkan küçük köpek havlamalarıyla tüm binayı ayağa kaldırdı. Başlamakta olan bir yangın herkesin desteğiyle söndürüldü.

 

Dumandan boğulmak üzere olan küçük çocuklar şimdi anne-babalarının kucağında gülümsüyorlardı. Ayırt etmeksizin ve herkese. Hüzünlü adamlara bile. Bir tebessümün sonucuydu küçük çocukların hala anne babalarının kucağında gülümseyişleri.

Gazi Amca 

Fırına girdiğimde, ortalıkta tek bir ekmek bile görünmüyordu. Kasanın başında oturan adam:

 

— Hocam birkaç dakika dinlen, dedi. Şimdi çıkartıyoruz.

 

Bir tabureye oturup beklemeye koyuldum. Mis gibi ekmek kokusu her yana yayılmıştı. Dışarıdaki soğuktan kurtulunca, üstüme bir rehavet çöküverdi. İçim geçmek üzereyken içeriye yaşlı bir adam girdi. Eskimiş ceketinin sol yakası altında bir madalya parlıyor, yürürken hafifçe topallıyordu.

 

Selâm verdikten sonra, fırıncıya bir torba uzatarak:

 

— Her zamanki ekmeklerden alayım, dedi. İkizler acıkmıştır.

 

Fırıncıya göre her şey normaldi. Tezgâhın altına doğru yavaşça eğilerek şekli bozuk ekmeklerden üç tane koydu. Bunlardan birinin altı çok fazla kızarmıştı. Diğer ikisi de zaten yamuk yumuktu.

 

Yanına yaklaşarak:

 

— Neden ona taze ekmek vermedin? dedim. Biraz sonra çıkacak demiştin ya!

 

Yine umursamadan:

 

—Bayat ekmekleri kendi istiyor, dedi. Onlar bizde yarı fiyatına satılır. Altı yanmış ekmekler de buna dâhildir.

 

Meraka kapılmıştım.

 

"Kim bu garip ihtiyar?" diye sorduğumda:

 

— Bir Kore gazisi, dedi. Son depremde oğluyla gelini ölünce, ikiz torunlarını yanına almıştı. Şimdi onlara bakıyor, hem de az bir maaşla.

 

Fırıncıdan duyduklarıma üzülmüştüm.

 

Kendime göre bir çözüm yolu arayıp:

 

— Aradaki farkı vereyim, dedim. En azından bugün taze ekmek yesinler.

 

Fırıncıya göre bu da normal bir şeydi. Biraz sonra çıkardığı sıcacık ekmekleri adamın torbasına doldururken:

 

- Çok şanslısın gazi amca, diye tebessüm etti. Çocuklar için sana, bugün pasta gibi ekmekler vereceğim.

 

Yaşlı adam torbayı kucaklarken:

 

- Allah senden razı olsun evlâdım, dedi. Bugün onların doğum günü olduğunu nerden anladın?

 

Cüneyd Suavi

Dolmuş Hikâyesi-Öyküsü

 

Bir acelesi olduğunu, görür görmez anlamıştım. Sağanak halinde yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş beline rağmen sağa sola koşuşuyordu. Yanına sokularak:

 

- Hayrola, teyzeciğim, dedim. Bir derdiniz mi var? Sıcak bir tebessümle:

 

- Buranın yabancısıyım evladım, dedi. Hastahane tarafına gidecek bir araba arıyorum.

 

- Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz, dedim. Oraya geldiğimizde size haber veririm.

 

Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyemin altına girdi. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanacıkları pembe pembe olmuştu.

 

- Torunlarımdan biri menenjit geçirdi, diye devam etti. Ziyaret saati bitmeden dolaşmak istemiştim. Saatime baktıktan sonra:

 

- 20 dakikanız var, dedim. Hastahane yakın ama bu havada pek araba bulunmuyor.

 

Durağa herkesten önce geldiğimiz için, dolmuşa rahatlıkla bineceğimizi zannediyordum. Ancak araba yanaştığında, arkamızda duran 4-5 kişinin bir anda hücum ettiğini gördüm. İçeriye doluşan ve arkadaş oldukları anlaşılan adamlara:

 

- İlk önce biz gelmiştik, dedim. Sırayı bozmaya hakkınız var mı? Ön koltukta oturanı:

 

- Hak istiyorsan Hakkari'ye gideceksin arkadaşım, dedi. Hem oradaki haklarda KDV de alınmıyormuş. Bu laf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve sinirlerim allak bullak olmuştu. Sakinleşmeye çalışarak:

 

- Ben biraz daha bekleyebilirim,

 

dedim. Ama şu ihtiyar teyzenin hastahaneye yetişmesi gerekiyor. Bu defa şoför lafa karışıp:

 

- Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim, dedi. Okuyup üfledi mi hastahaneye uçuverir.

 

Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına baktım, tevekkülle susuyordu.

 

5-10 dakika sonra gelen başka bir dolmuşa onunla beraber bindim ve şoföre, teyzeyi hastahanede indirmesini söyledim. Yaşlı kadın yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikâyet etmiyordu. Üstelik te trafik yarı yolda tıkanıp kalmıştı. Şoför:

 

- Yolun bu durumu hayra alamet değil, dedi. Sebebini anlasam iyi olacak dedi. Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileriye doğru yürüdü ve biraz sonra döndüğünde:

 

- Kısmete bak yahu, dedi. Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış. Heyecanla:

 

- Bir şey olmuş mu, diye atıldım. Yani yaralı falan var mı?

 

Herhalde diye cevap verdi. Dolmuşta bulunanları, teyzenin gideceği hastahaneye kaldırmışlar.

 

Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla birşeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu.

 

Şoför koltuğuna yavaşça otururken:

 

- Kısmet işte, diye tekrarlayıp duruyordu. Sen kalk koca bir kamyonla çarpış. Hem de Türkiye’nin öbür ucundan gelen Hakkâri plakalı bir kamyonla.

 

Cüneyd SUAVİ

Hayatın İçinden

Cimri Lokantacı

Küçük çocuk, bütün ağırlığını koltuk değneklerine verip dinlenirken, deniz kenarındaki lüks bir lokantanın vitrinini seyrediyordu. Yer yer buğulanan camekânın sol tarafında, kıymalı yumurtadan patlıcan kebabına, nohutlu pilavdan parça etlere kadar belki yirmi çeşit yemek sergileniyor; sağ taraftaki özel bölümdeyse, şişe geçirilmiş tavuklar dönüyordu.

 

Çocuk, arka sokaklardan birinde otururdu ve kâğıt mendil satarak geçinirdi. Dışarı her çıkışta, önünden geçerdi bu lokantanın. Buna rağmen vitrine, bir kez bile alıcı gözle bakmamıştı. Ama bir haftadan beri hastaydı. Özellikle son üç günde midesine doğru dürüst bir şey girmemiş, çektiği açlık yüzünden tek hedefi karnını doyurmak olmuştu.

 

Küçük çocuk, yemeklere bakıp yutkunmaktayken, vitrinde yankılanan bir sesle irkildi. Son derece şık ve şişman bir adam, sigara almak için çıkarttığı cüzdanından bir banknot düşürmüş ve denize doğru esen bir sert rüzgâr, parayı çocuğa doğru uçurmaya başlamıştı. Adam, önünü bile görmesini engelleyen şiş göbeği yüzünden koşamadığı için, boğuk boğuk bağırıp duruyordu.

 

Küçük çocuk, paranın geliş yönünü tahmin ettikten sonra, beş yıldan beri kullandığı koltuk değneklerinden birini ustalıkla kaldırıp, paranın üstüne bastırıverdi.

 

Bir yüz liralıktı bu, daha önce sadece bir kere gördüğü…

 

Zorlukla eğilip parayı

 

aldığında, şişman adam nefes nefese yanında belirdi ve hırıltılı bir sesle:

 

— O para benim! dedi. Boşuna heveslenme!

 

Çocuk zaten o parayı cebine indirmek niyetinde değildi. Bir teşekkür onun için yeterli olacaktı. Parayı adama doğru uzatmak üzereyken, açlığın verdiği bir pişkinlikle:

 

— Bu parada benim de hakkım var! diye atıldı. Eğer onu tutmasaydım denize uçacaktı.

 

Çocuğa bir tokat çakıp parayı almak, şişman adam için hiç zor değildi. Fakat birçok meraklı, onları izliyordu. Mecburen alttan alıp:

 

— Peki öyle olsun! diye söylendi. Ne kadar istiyorsun?

 

Çocuk, eliyle vitrini gösterip:

 

— İki tavuk alacak kadar, dedi. Biri bana, biri de bana bakan komşumuza.

 

Adamın gözleri yerinden fırlamıştı. Bir simit parası vermeyi düşünürken, iş büyük miktarlara ulaşmıştı.

 

Burnundan soluyarak:

 

— Son günlerde tavuklar zamlandı! diye bağırdı. Ama bir tane istersen gidip alırım.

 

Çocuk, ister istemez boyun büktü ve kısmetini beklemeye başladı. Şişman adam ise rahatlamıştı. Çocuğun elinden kaptığı banknotu, cüzdanına itinayla koyduktan sonra, ağır adımlarla lokantaya yöneldi. Ve büyük bir saygıyla koşan garsonlardan birine:

 

— Dünden kalan tavuklardan birini paketleyip dışardaki velede verin, dedi. Ama benim, bu lokantanın sahibi olduğumu sakın söylemeyin anlaşıldı mı?

Cüneyd Suavi

bottom of page