top of page

Arkadaş Dediğin Böyle Olur

"🤝 Arkadaş Dediğin Böyle Olur",

text: `Bazı günler Mustafa, Makbule'yi bakla tarlasında yalnız bırakıp çevrede gezmeye çıkıyordu. Bir gün Mustafa gezerken bir kaval sesi duydu. Bu kavalı kimin çaldığını merak edip kaval sesinin geldiği tarafa doğru yürüdü. Biraz gidince baktı ilerdeki bir ağacın altında on yaşlarında bir çoban kaval çalıyor, etrafında da koyunlar otluyordu. Mustafa bu çocuğun kavalıyla yarattığı sihirli dünyasını bozmak istemedi. "Varsın çalsın garip" diye düşündü. "Ben de o kaval çalmayı bırakıncaya kadar burada oturur, beklerim." Aradan yarım saat geçti. Çocuk, türküler, oyun havaları çaldıktan sonra kavalını ağaca yasladı ve azık torbasını açıp yanında getirdiği yiyecekleri yemeye başladı. Mustafa oturduğu yerden kalktı, çocuğun yanına doğru yürümeye başladı. Karşıdan birisinin gelmekte olduğunu otların hışırtısından duyan çocuk başını kaldırdı. Geleni tanımıyordu. "Acaba kim ki?" diye düşündü. Mustafa çocuğun yanına gelince gülümseyerek: "Merhaba arkadaş, afiyet olsun" dedi. "Benim adım Mustafa. İzin verirsen yanına oturmak istiyorum." Çoban çocuk: "Tabii gel gel, buyur şöyle" dedi. "Hem bak acıktıysan hiç çekinme ye bir şeyler karnını doyur. Yemezsen, darılırım." Mustafa çocuğun yanına oturdu. Sessizce ikisi birlikte yemeklerini yediler. Daha sonra Mustafa: "Arkadaş, çok güzel kaval çalıyorsun. Kendi kendine mi öğrendin yoksa bir öğreten mi oldu?" diye sordu. Çoban çocuk: "Köylük yerde böyle eften püften işleri öğreten olmaz" dedi. "Benim dedem de çoban, babam da çoban, eh, ben de çoban. Beş yaşına bastığımda babam, haydi bakalım Ali, al güt şu koyunları, deyip on tane koyun verdi bana. O günden bu yana çoban olup çıktık işte. Dedemi, babamı kaval çalarken dinledimdi. Bir gün canım sıkıldı, bu kavalı yaptım. Öyle böyle derken öğrendim çalmasını. Güzel çaldığımı az önce sen dediydin. Sağ olasın." "Peki arkadaş, çoban olarak yaşamını sürdüreceğini söylüyorsun. Tabiatla iç içesin, koyunlarını güdüyorsun, dilediğince kavalını çalıyorsun. İşine pek karışan olmaz. Ama bence sen çok zeki bir çocuksun. Okuma-yazma öğrensen, kendini geliştirsen, hem kendi hayatın daha güzel olur, hem de başkalarına yardım edebilirsin. Ne dersin?" Çoban Ali düşünceli bir şekilde başını salladı: "Haklısın Mustafa abi. Aslında ben de bazen düşünürüm bunları. Ama köyde okul yok, öğretmen yok. Nasıl öğreneceğim ki?" Mustafa: "Bak Ali, ben şimdi askerlik yapıyorum ama askerlikten sonra öğretmen olmayı düşünüyorum. Eğer gerçekten istersen, sana okuma-yazma öğretebilirim. Hatta sadece okuma-yazma değil, matematik, tarih, coğrafya... Birçok şey öğretebilirim. Ama bunun için çok çalışman gerekir. Hazır mısın buna?" Ali'nin gözleri parladı: "Tabii ki hazırım Mustafa abi! Sen bana öğretirsen, ben de çok çalışırım. Söz veriyorum!" Mustafa gülümsedi: "O zaman anlaştık. Ben askerlikten döndüğümde seni bulacağım. Sen de bu zamana kadar kavalını çalmaya devam et, koyunlarını güt ama aklından da çıkarma, öğrenmeye hazır ol." Günler, aylar geçti. Mustafa askerliğini bitirdi ve öğretmen oldu. Sözünü tutarak Ali'yi buldu. Ali de sözünü tutmuş, öğrenmeye hazırdı. Mustafa, Ali'ye sabırla okuma-yazma öğretti. Ali çok zeki bir çocuktu ve çabuk öğreniyordu. Bir yıl sonra Ali artık okuyup yazabiliyordu. Mustafa ona kitaplar getirdi, daha fazla şey öğrenmesine yardım etti. Ali, öğrendiklerini köydeki diğer çocuklara da öğretmeye başladı. Yıllar geçti. Ali büyüdü ve köyünde bir okul kurdu. Kendisi öğretmen oldu ve birçok çocuğa okuma-yazma öğretti. Mustafa da başka bir şehirde öğretmenlik yapıyordu ama Ali'yi hiç unutmadı. İki arkadaş düzenli olarak mektuplar yazışıyorlardı. Bir gün Ali, Mustafa'ya bir mektup yazdı: "Sevgili Mustafa abi, seni hiç unutmadım. Sen bana sadece okuma-yazma öğretmedin, hayatımı değiştirdin. Şimdi ben de köyümde öğretmenim ve birçok çocuğa yardım ediyorum. Senin dediğin gibi, bilgiyi paylaştıkça çoğalıyor. Bu köyde artık okuma-yazma bilmeyen çocuk kalmadı. Hepsi senin sayende. Teşekkür ederim dostum." Mustafa bu mektubu okuyunca çok duygulandı. Ali'ye cevap yazdı: "Sevgili Ali kardeşim, sen benim en büyük gururumsun. O gün seni kaval çalarken gördüğümde, içimde bir ses senin çok özel biri olduğunu söylüyordu. Haklıymış. Sen sadece kendini geliştirmedin, tüm köyünü geliştirdin. İşte arkadaş dediğin böyle olur. Birbirini yükseltir, birbirinin hayatını güzelleştirir. Ben de seni hiç unutmayacağım." Yıllar sonra, iki arkadaş tekrar buluştular. Ali artık saçları ağarmış, tecrübeli bir öğretmendi. Mustafa da emekli olmuştu. İkisi o eski günleri hatırladılar, birlikte güldüler, birlikte ağladılar. Ali, Mustafa'ya dedi ki: "Mustafa abi, sen benim hayatımın en güzel hediyesisin. Eğer o gün benimle konuşmasaydın, ben hâlâ sadece bir çoban olarak kalacaktım. Ama sen bana umut verdin, yol gösterdin." Mustafa da Ali'ye sarıldı: "Sen de benim hayatımın anlamısın Ali. Bir öğretmen olarak en büyük mutluluğum, senin gibi bir öğrenciye sahip olmaktı. Sen bana öğretmenliğin ne kadar kutsal bir meslek olduğunu gösterdin." İşte gerçek dostluk böyle bir şeydir. Birbirini seven, birbirini yükselten, birbirinin hayatını güzelleştiren insanlar arasında kurulur. Mustafa ve Ali'nin dostluğu, yıllar geçse de hiç bitmedi. Çünkü gerçek dostluk, sadece iyi günlerde değil, zor günlerde de yanında olmaktır. Birbirini geliştirmek, birbirinin hayallerini desteklemektir. Arkadaş dediğin böyle olur işte.`,

Son Yazılar

Hepsini Gör
Faydasız Hayat

🧘 FAYDASIZ BİR HAYAT Zen Hikayesi - Bilgelik ve Şefkat ▶️ Okumaya Başla Faydasız Bir Hayat, bilgelik ve şefkat hakkında bir Zen...

 
 
 
Yeni Lise Arkadaşları

`Zeynep, yaz tatilinin ardından heyecanla yeni liseye başlayacağı günü bekliyordu. Küçüklüğünden beri hayalini kurduğu lise, tam da...

 
 
 
Sokaktaki Anılar

`ANILAR SOKAKTA Eski bir şehre açılan tren camından, Elif'in gözleri eski taş binalarda, sokak lambalarının altında gölgelenen ince...

 
 
 

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
bottom of page