Aptalların Mantığı
- volkanhocam
- 10 Eyl
- 3 dakikada okunur
"🎭 Rialto'da Üst Kat Eller",
text: `Önyargı, sadece aptalların mantığıdır. Voltaire 1950 yılında apartmandan taşınıp, babamın yaptığı eve yerleştiğimizde Lucille, bizim için çalışmaya gelmişti. Evde yapılması gereken çok iş vardı ve annem de biraz yardım alarak, hala babamın dükkanında çalışabiliyordu. Evden dükkan arasındaki mesafe epey uzundu. İlk önce otobüse biniyorduk. Ama artık otobüsü beklemekten yorulduğumuz için yürümeyi tercih ediyorduk. Lucille ise, hep otobüsü kullanırdı çünkü "rayların diğer tarafında" yaşardı. Yürünemeyecek kadar uzun bir mesafeydi bu. Bizim semtimizdeki bütün "renkli" insanlar "rayların diğer tarafında" yaşarlardı. Demiryolu bizim, Mason-Dixon hattımızdı. Bir ya da iki kere babamla, Lucille'in evine ütülenecek eşyaları bırakmaya gittiğimde, Güney'deki fakir "renkli" insanların ne koşullarda yaşadıklarına şahit olur, Lucille'in de bu kötü şartlarda yaşamasına üzülürdüm. Bazılarının kenarında paslı boruların çıktığı bütün o küçük evlerin boyaya ihtiyaçları vardı. Bahçeler eski arabalarla, fırınlarla ve kırık dökük eşyalarla doluydu. Oraya ilk gittiğimde, Lucille için utanmıştım çünkü onun da öyle hissettiğini düşünmüştüm. Daha sonra belli belirsiz şaşırmıştım. Bizim yaşamımızla, "renkli" insanların yaşamı arasında neden bu kadar büyük fark olduğunu anlayamamıştım. Rayların diğer yanı, ötekinden çok ama çok farklıydı. Bir gün babama bunun nedenini sormuştum. "Çünkü böyle" demişti bana. Annem babam kesinlikle ayrım yapmazlardı. Özellikle de annem. O herkesi çok severdi. Ama ne de olsa onlar da, kendi zamanlarının ürünüydüler, bu nedenle annem de, kentte yaşayan her kadın gibi hizmetçimiz olan Lucille'e "zenci" derdi. "O çok harika bir zenci!" derdi Lucille için. "Ailemizden biri gibi..." Lucille böyle küçük düşürücü laflara karşı toleranslıydı. Günün birinde onunla beraber öğle yemeği yerken, "Kız kardeşim, seninle birlikte yemek yememi istemiyor, çünkü sen 'zenci'ymişsin" deyiverdim. Lucille bu sözüm karşısında gülümsemiş ve fıstık ezmeli ekmeğini afiyetle yemeğe devam etmişti. Başka bir seferinde de, hayran olduğum ellerinin nasıl oluyor da, bir tarafının pembe, diğer tarafının kahverengi olduğunu sormuştum. Lucille gülmüş ve "Çünkü Tanrı böyle yarattı" demişti. Yemeklerden sonra ağzımı silen ve spor salonunda çıktığımda elimi tutan o ellerin yumuşaklığını çok severdim. Lucille elimi tutunca kendimi güvende hissederdim. Onun, benim kendimi güvende hissetmemi sağlayan bir otoritesi vardı. Bir gün, annem, Lucille'le birlikte sinemaya gidebileceğimi söylediğinde, çok mutlu olmuştum. Çünkü gerçekten çok yapmak istediğim bir şey vardı ve bunu Lucille olmadan gerçekleştiremezdim. Rialto tiyatrosunda balkon kısmında oturmak istiyordum. Balkon benim için yasak meyve gibiydi. Beyazların girmediği o bölümde neyin farklı olduğunu çok merak ediyordum. Neden merdivenlerin başında bir görevli, sadece "renkli" çocukların yukarı çıktığını kontrol ediyordu? Neden sadece onlar yukarıdaki koltuklara oturuyorlardı da biz oturamıyorduk? Annemin aklından, Lucille ile birlikte balkonda oturacağımızın geçip geçmediğini bilmiyorum, ama sanırım bu onun için fark etmezdi. Lucille ile sinemaya gittiğimiz gün, ona balkona çıkmak istediğimi söyledim. O da bana gülümsedi ve "Tabii tatlım, istediğin yere gidebiliriz" dedi. Merdivenlerin başındaki görevli bizi görünce şaşırdı. Bir süre ne yapacağını bilemedi. Sonra Lucille'e döndü ve "Bu çocuk seninle mi?" diye sordu. Lucille başını salladı. Görevli bizi yukarı çıkardı ama rahatsız olduğu belliydi. Balkonda oturduğumuzda, aşağıdaki beyaz çocukların bize baktığını fark ettim. Bazıları parmakla gösteriyordu. Lucille bunu fark etmişti ama hiçbir şey söylemedi. Film başladığında, balkonun aşağıdan hiç de farklı olmadığını anladım. Aynı film, aynı perdede oynanıyordu. Sadece daha yukarıdaydık, o kadar. Film bittiğinde aşağı inerken, bazı çocuklar bize kötü sözler söyledi. "Zenci sevici" dediler bana. Lucille elimi sıkıca tuttu ve "Onlar bizim arkadaş olduğumuzu bilmiyorlar. Aptal çocukların teki onlar" dedi. Bana sarıldı ve elimi, ellerinin arasında aldı. Sessizce eve yürüdük. Olanları ne anneme ne de bir başkasına anlatmıştım. Çok büyük ve çok önemliymiş gibi gelmişti bana. Bu, benim ve Lucille'in sırrıydı. Sadece o anlayabilirdi. Bizim eve geldikten sonra her gün Lucille ile yemek yiyordum. Ne zaman babamla Lucille'in evine çamaşır götürsek, yukarıya koşup ona mutlaka sarılırdım. Onun kemikli kollarını hissetmekten hoşlanırdım. Ve her şeyden çok, onun yaşadığı semtte bizi beraber görenlerin tek bir kelime bile etmemesini severdim. O günden sonra Lucille ile aramızdaki bağ daha da güçlendi. Onun bana öğrettikleri sadece ev işleri değildi. Bana insanlık, hoşgörü ve sevgiyi öğretmişti. Yıllar geçti ve ben büyüdüm. Üniversiteye gittiğimde, Lucille hâlâ bizimle çalışıyordu. Artık yaşlıydı ama hâlâ aynı sıcaklıkla gülümsüyordu. Bir gün ona, o sinema günümüzü hatırladığımı ve bunun benim hayatımı nasıl değiştirdiğini anlattım. Lucille gözlerini doldurup "Sen benim en büyük gururumsun" dedi. "O gün balkonda oturduğumuzda, senin kalbinin ne kadar temiz olduğunu anlamıştım. Renk ayrımı yapmıyordun, sadece merak ediyordun. İşte bu yüzden seni çok seviyorum." Lucille'in elleri artık daha kırışıktı ama hâlâ aynı yumuşaklıktaydı. Onun ellerini tuttuğumda, çocukluğumdaki o güven duygusunu hâlâ hissediyordum. Yıllar sonra, Lucille vefat ettiğinde, cenazesine gittim. "Rayların diğer tarafındaki" kilisede, onun ne kadar sevildiğini gördüm. Birçok insan onun hayatlarını nasıl etkilediğini anlattı. Ben de konuştum ve o sinema günümüzü anlattım. Nasıl bana önyargısızlığı öğrettiğini, nasıl beni daha iyi bir insan yaptığını... Lucille'in mezarının başında, onun bana öğrettiği en önemli dersi hatırladım: İnsanlar renkleriyle, yaşadıkları yerlerle ya da konuşma biçimleriyle değil, kalpleriyle değerlendirilmelidir. Önyargı gerçekten de sadece aptalların mantığıdır. Lucille bunu bana çocukken öğretmişti ve bu ders hayatım boyunca benimle kaldı. Onun elleri artık yoktu ama bana öğrettikleri sonsuza kadar kalacaktı.`,

Yorumlar