Martı Deyip Geçme
- volkanhocam
- 10 Eyl
- 3 dakikada okunur
🕊️ Martı Deyip Geçme",
`Martı Jonathan Livingston, durgun bir denizde ve üzerinde güneşin altın gibi parladığı bir kıyıda yaşar. Martı Jonathan çoğu martının yapamadığı şeyleri yapmaktadır. Çok yükseklere uçmak ve ilginç hareketler yapmak gibi... Jonathan'ın bu özellikleri onu diğer martılardan uzaklaştırmaktadır. Jonathan hedeflerini büyütüp yükseklere uçmaya başladığında karşısına iki tane martı çıkar. İki martı Jonathan'ı gökyüzünde bir yere götürür. Jonathan orada Chiang adında yaşlı bir martıyla tanışır. Chiang, Jonathan'a uçma ile ilgili bilgiler verir. Chiang yaşlı olduğu için birkaç gün sonra ölür. Martıların ölümleri çok ilginçtir, çünkü önce şeffaflaşır daha sonra ölürler. Jonathan, Chiang ölünce kendi yurduna döner. Burada Jonathan, uçmayı bilen ama daha fazlasını öğrenmek isteyen bir martıyla tanışır. Bu martının adı Fletcher'dır. Sürüden kovulan diğer martılarla üç veya dört kişilik grup kurarlar ve bu gruplar Jonathan'ın öğrencileri olur. Uçmak isteyen martılar Jonathan'ın yanına gider ve Jonathan'a uçmak istediklerini söylerler. Jonathan şeffaflaşmadan önce Fletcher'e kendi görevini verir. Yani Fletcher, Jonathan'ın öğrencilerine ders verecektir. Sabahın ilk saatleriydi ve yeni doğan güneş, durgun denizin küçücük dalgaları üzerinde, altın sarısı ışıklarıyla parıldıyordu. Kıyıdan bir mil açıkta, sakin sulardaki bir balıkçı teknesinin görünümü, martı sürüsü için sanki bir kahvaltı çağrısıydı ve binlerce martı, sürü halinde, yiyecek kırıntıları için kurnazca kapışıp kavga etmeye geldi. Yoğun ve hareketli bir gün daha başlıyordu. Bütün bu olanların ötesinde, balıkçı teknesinin ve kıyının çok uzağında Martı Jonathan Livingston, tek başına uçuş denemeleri yapmaktaydı. Gökyüzünde, otuz metre yükseklikte, perdeli ayaklarını indiriyor, gagasını kaldırıyor ve kanatlarının acı veren zor bükümlü eğimini koruyabilmek için geriliyor, kendini kasıyordu. Bu eğim demekti ki eskisinden daha yavaş uçabilecekti. Rüzgar, yüzünde sanki bir fısıltı gibi kalana kadar, altındaki okyanus hareketsizleşene değin yavaşlıyor, bütün dikkatini toplayıp gözlerini kısıyor, soluğunu tutuyor, zorluyor... tek... bir... santim... daha... eğim... Ve sonra tüyleri birbirine karışmış bir halde, bocalayıp düşüyordu. Bildiğiniz gibi, martılar asla bocalamaz, asla sendelemezler. Havada bocalamak onlar için bir utanç ve onursuzluktur. Ama utanmadan, o titreyen zor eğimle kanatlarını yeniden geren, yavaşlayan, yavaşlayan ve bir daha bocalayan Martı Jonathan Livingston sıradan bir kuş değildi. Martıların çoğu, uçuşun en basit gerçeklerinden daha fazlasını öğrenmeye aldırmazlar. Uçuşun tek gerçeği ve anlamı vardır onlar için: Kıyıdan açıklara doğru yiyeceğe ulaşmak ve tekrar kıyıya geri dönmek. Çoğu martı için önemli olan uçmak değil, karın doyurmaktır. Ama Martı Jonathan Livingston için önemli olan, uçmaktı. O, uçmayı her şeyden çok seviyordu. Onun bulduğu bu düşünce türü, diğer kuşların hoşuna gitmek için değildi. Annesi ve babası bile, Jonathan'ın, bütün günlerini, bir başına alçaktan uçarak yüzlerce defa yaptığı süzülme denemeleriyle geçirmesinden kaygılanıyorlardı. Martı Jonathan nedenini bilmiyordu ama suyun üzerinde, kanat açıklığının yanından sular damlarken sonunda püf noktasını bulmuştu: Yüksek hızlarda kanatlarını hareketsiz tutmalıydı. Hızı saatte elli mile varıncaya değin kanat çırpmalı daha sonra onları hareket ettirmemeliydi. Altı yüz metreye çıkıp yeniden denedi. Gagasını aşağı dikip denize doğru pikeye geçti. Hızı, saatte elli mili aşınca kanatlarını gerdi ve hareketsiz bıraktı. Bu deney, olağanüstü güç tüketmişti onda. Ama sonunda başarmıştı. On saniye içinde hızı saatte doksan mile ulaşmış, martılar arası dünya hız rekorunu kırmıştı. Jonathan'ın bu başarısı, sadece fiziksel bir başarı değildi. O, kendi sınırlarını aşmış, diğer martıların hayal bile edemeyeceği bir şeyi başarmıştı. Bu, onun farklılığının ve kararlılığının bir kanıtıydı. Diğer martılar yiyecek peşinde koşarken, o mükemmelliğin peşindeydi. Jonathan'ın hikayesi, tutkuyla bir hedefe odaklanmanın gücünü gösterir. O, toplumsal beklentilere uymak yerine kendi yolunu çizmeyi seçmişti. Bu seçim onu yalnızlaştırmış olsa da, aynı zamanda benzersiz yeteneklerini keşfetmesine de olanak sağlamıştı. Uçuş teknikleri geliştirirken Jonathan, sadece fiziksel sınırlarını değil, zihinsel sınırlarını da aşıyordu. Her deneme, her başarısızlık, onu hedefe bir adım daha yaklaştırıyordu. O, başarısızlıktan korkmayan, sürekli öğrenmeye açık bir karakterdi. Jonathan'ın öyküsü, bireyselliğin ve özgünlüğün önemini vurgular. Toplumun normlarına uymak yerine, kendi potansiyelini keşfetmeyi seçen Jonathan, sonunda olağanüstü başarılara imza atmıştı. Bu, her bireyin kendi içindeki gizli güçleri keşfetme potansiyeline sahip olduğunu gösterir. Martı Jonathan'ın deneyimi, öğrenmenin ve gelişimin hiç bitmediğini de öğretir. O, sürekli yeni teknikler deneyerek, sınırlarını zorlamaya devam ediyordu. Bu tutum, onu diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerinden biriydi. Jonathan'ın hikayesi, aynı zamanda mentörlüğün ve öğretmenliğin değerini de gösterir. Chiang'dan öğrendikleri, onun gelişiminde kritik rol oynamıştı. Daha sonra Fletcher ve diğer öğrencilerine aktardığı bilgiler, bu döngünün devam ettiğini gösterir. Bu hikaye, her insanın kendi Jonathan Livingston'ı olabileceğini hatırlatır. Tutkuyla bir hedefe odaklanmak, sınırları zorlamak ve sürekli öğrenmeye açık olmak, herkesi olağanüstü başarılara götürebilir. Jonathan'ın öyküsü, cesaretin, kararlılığın ve özgünlüğün gücünü gözler önüne serer.`,

Yorumlar